Forum
 
=> Daha kayıt olmadın mı?

FORUM
Image Hosted by ImageShack.us

BULDUNYA ANA SAYFA ı FORUM ANA SAYFA ı ZİYARETÇİ DEFTERİ ı



Forum - Ermenİ Soykirimı(KAtliamı)...

Burdasın:
Forum => Genel Kültür => Ermenİ Soykirimı(KAtliamı)...

<-Geri

 1 

Devam->


sensizim
(şimdiye kadar 276 posta)
19.02.2008 14:22 (UTC)[alıntı yap]
ERMENİ YALANI

24 Nisan tüm dünyadaki Ermenilerin sözde Ermeni soykırımını anma günüdür. Daha doğrusu Avrupalı ve Amerikalı dostlarımız(!) sayesinde uluslararası platformda sürekli olarak önümüze çıkarılan kocaman bir yalanın yıldönümüdür. Çeşitli ülkelerdeki Ermeniler 24 Nisan'da tören düzenlerler. En acıklı törenler ise sözde Ermeni soykırımını tanıyan ve sözde Ermeni soykırımı anısına azılı Türk düşmanı Ermeni din adamı-besteci Komitas'ın heykelini Paris'in göbeğine diktiren Fransa'da yapılır.

"24 Nisan Ermeni Soykırımını Anma Günü" denen gün aslında Türklerin Ermeniler tarafında
n kalleşçe katledilmelerinin yıldönümü olabilir. Ama iktidarda bulunan iktidarsızlar yüzünden ne yazık ki sesimizi dünya kamuoyuna duyuramıyoruz. Ermeniler "Ararat" adında baştan sona yalan ve iftira içeren bir film çekiyorlar, bu filmi Cannes Film Festivali'nde göstererek tüm dünyada Türkler aleyhinde propaganda yapıyorlar; bizim yöneticilerimiz ise buna tepki verecekleri yerde "Bu film Türkiye'de gösterilir mi, gösterilmez mi" tartışmasına girişiyorlar. Bazı sosyalist aydınlar(!) da bu filmin Türkiye'de de mutlaka gösterilmesini istiyorlar. Böyle bir filmi değil göstermek, bu konuyu tartışmak bile büyük bir ayıptır. Ama Türk Yurdu Başbuğ Atatürk'ün vefatından sonra Türk kanı taşıyan bir lider tarafından yönetilmediği için bu tür tartışmalara ancak seyirci kalınır, hatta böyle bir filmi "gösterelim mi, göstermeyelim mi" diye tartışmak acizliğinde bulunulur.

Bu arada, iktidarsız iktidarların birinde görev yaparak "bakan" koltuğuna oturmuş, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nden maaş alan bir soysuzun yazdığı kitaptan uyarlanan ve yerli Ararat olarak adlandırılan "Salkım Hanımın Taneleri" adlı filmin Türkiye Cumhuriyeti sinemalarında gösterdiği yetmezmiş gibi devletin kanalı olan TRT'de yayınladığını da asla unutmamak lazım; hem de "Ermeni Soykırımı" yalanının ateşlenerek Fransa tarafından kabul edildiği bir tarihte... Bu filmin TRT'nin, yani bir devlet kurumunun çekmiş olması da ihanetin boyutlarını en iyi biçimde gözler önüne seriyor.

Ermeni soykırımı denilen olay bir safsatadan, bir yalandan ibarettir. 24 Nisan, tarih sayfalarına bir soykırımı değil, Ermeniler'in Türkler'e karşı gösterdikleri zulmü belgelemiştir.

Büyük Selçuklular'ın 1071 Malazgirt savaşında Bizans'ı yenmesiyle Anadolu kapıları Türkler'e açılır ve Ermeniler bu dönemden itibaren Türklerin yönetimi altına girer. Ermeniler, 1157 yılına kadar Büyük Selçuklular'ın, 1194'e kadar Irak Selçukluları'nın sonra Harzemşahlar'ın, daha sonra İlhanlılar'ın yönetiminde kalmışlardır. İlhanlılar dağılınca Ermeniler, 1334 yılında Celayırlılar'ın, 1383'te Timur'un ölümünden sonra Karakoyunlularla, Akkoyunluların yönetimi altına girmişlerdir.

Fatih Sultan Mehmet'in 1473'te Akkoyunlular'ı yenmesiyle Ermeniler Osmanlılar'ın yönetimi altına girmişlerdir. Daha sonra İranlılar'ın yönetiminde kalan Ermeniler de, Kanuni Sultan Süleyman döneminde 1555 Amasya Antlaşması ile Osmanlı himayesine girerler. Ermeniler, Osmanlı yönetimine yukarıda açıklandığı şekilde katılmışlar ve Osmanlı devletinin yıkılışına kadar azınlık statüsünde yaşamışlardır.

Osmanlı devleti, Ermeniler'e karşı sürekli iyi davranmış, her zaman ulusal geleneklerine ve dinî düşüncelerine saygılı olmuştur. Osmanlı ülkesinde yaşayan Ermeniler, askere alınmadıklarından bütün çocuklarını ticaret, ziraat ve sanayiye yönlendirmişlerdir. Ermeniler de Osmanlılar'a karşı pek sorun çıkarmamışlar ve "Milleti sadıka" (sadık millet) olarak görülmüşlerdir. Hatta bu tutumlarından dolayı o kadar özgür bir şekilde yaşamışlardır ki içlerinden bakanlar, büyükelçiler, memurlar, sanatçılar, doktorlar, üst düzey devlet memurları bile çıkmıştır. Bu durumda katliama uğramadıkları gibi, dışlanmadıklarının da en büyük kanıtıdır.

Bu durum 19. yüzyılın son çeyreğine kadar sürmüştür. Osmanlı Devleti'nin çöküntü dönemine girmesini takiben Rusya, İngiltere, Fransa ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun teşvikiyle, devleti oluşturan milletler birbiri ardına bağımsızlık mücadelesine girişmişler ve bunda başarı sağlamışlardır. Bu gelişmeler Ermeniler için de örnek teşkil etmiş, onlar da Osmanlılar'ı parçalamak isteyenlerin maddi ve manevi desteğiyle yer yer ayaklanmalar başlatmışlardır.

Türk düşmanı devletler, Osmanlı Devleti'ndeki sömürgeci çıkarlarını sürdürebilmek amacıyla Ermeniler'le daha çok ilgilenmeye başlamışlardır. Bu ilgi önceleri Fransa, İngiltere ve Rusya'da başlamış, sonraları ABD de katılmıştır. Ancak hiçbir devlet Ermeniler'in istek ve bekleyişlerini Rusya kadar planlı, bilinçli ve programlı bir şekilde kendi çıkarları için kullanmamıştır.

1877-78 Osmanlı-Rus savaşının ardından imzalanan Ayastefanos Anlaşması'nın Osmanlı Devleti'nin kabullenmek zorunda bırakıldığı 16. maddesi şöyledir:

"Ermenistan'dan Rusya askerinin istilası altında bulunup Osmanlı Devleti'ne verilmesi gereken yerlerin boşaltılması oralarda iki devletin dostane ilişkilerinde zararlı karışıklıklara yol açabileceğinden, Osmanlı Devleti Ermeniler'in barındığı eyaletlerde mahalli menfaatlerin gerektirdiği ıslahat ve düzenlemeyi vakit kaybetmeksizin yapmayı ve Ermeniler'in Kürtler'e ve Çerkezler'e karşı güvenliklerini sağlamayı garanti eder".

Anlaşmanın bu hükmü esas itibariyle bağımsızlık kazanmak isteyen Ermenileri tam anlamıyla tatmin etmemiş olsa dahi "Ermeni Sorunu"nun tarihte ilk kez bir uluslararası belgeye yansıması ve "Ermenistan" diye bir bölgenin varlığından söz etmesi yönlerinden büyük önem taşımaktaydı. Keza 1878 yılında toplanan Berlin Kongresi sonucunda imzalanan Berlin Antlaşması'nın 61. maddesi ise Ayastefanos Anlaşması'nın 16. maddesi yerine şu hükmü getirmiştir:

"Osmanlı Hükümeti halkı Ermeni olan eyaletlerde mahalli ihtiyaçların gerektirdiği ıslahatı yapmayı ve Ermeniler'in Çerkez ve Kürtler'e karşı huzur ve güvenliklerini garanti etmeyi taahhüt eder ve bu konuda alınacak tedbirleri devletlere bildireceğinden, bu devletler söz konusu tedbirlerin uygulanmasını gözeteceklerdir". Berlin Antlaşması'nın bu hükmü ile Türk–Ermeni ilişkilerine yabancı güçlerin müdahale edebilme hakkı tanınmış olmaktadır.

Ermeniler'e Doğu Anadolu'da bir Ermenistan devletinin kurulması vaat edilmiştir. Halbuki söz konusu dönemde bu bölgedeki Ermeni nüfusu bölge genel nüfusu içinde ancak %15 oranında bir yer işgal etmektedir. Örneğin, en kalabalık oldukları Bitlis'te bile nüfusun üçte birini dahi teşkil edememektedirler. Böylece, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bir "Ermeni Sorunu"ndan söz edilir olmuştur.

Osmanlı Ermenileri'ni içeride kurulan komiteler yoluyla devlete karşı harekete geçirmek mümkün olmayınca, bu kez Rus Ermenileri'ne Osmanlı toprakları dışında komiteler kurdurulması yoluna gidilmiştir. Böylece 1887'de Cenevre'de sosyalist ve militan Hınçak, 1890'da ise Tiflis'te terör, isyan, mücadele ve bağımsızlık yanlısı Taşnak Komiteleri ortaya çıkmıştır. Bu komitelere Anadolu topraklarının ve Osmanlı Ermenilerinin "kurtarılması" hedef ve amaç olarak gösterilmiştir.

İstanbul'da örgütlenen ve Avrupa devletlerinin dikkatlerini Ermeni meselesine çekerek Osmanlı Ermenileri'ni kışkırtmayı hedefleyen Hınçaklar'ın başlattığı ayaklanma girişimlerini, aralarında siyasî mücadele başlayan Taşnaklar'ınki izlemiştir. Bu ayaklanma girişimlerinin ortak özelliklerini, Osmanlı ülkesine dışarıdan gelen komitelerce planlanmış ve yönlendirilmiş olmaları ve örgütlenme faaliyetlerinde Anadolu'ya yayılan misyonerlerin büyük katkısından yararlanmaları teşkil etmiştir.

Rus ve İngiliz kışkırtmaları sonucunda meydana gelen isyan ve katliamlar karşısında Osmanlı hükümeti, herhangi bir önleme başvurmadan önce Ermeni Patriği, Ermeni milletvekilleri ve Ermeni cemaatinin ileri gelenlerine "Ermenilerin Müslümanları arkadan vurmaya ve katletmeye devam etmeleri halinde gerekli önlemleri alacağını" bildirmekle yetinmiştir. Ancak, olaylar durmak yerine giderek yoğunlaşınca, ordunun bir çok cephede savaş halinde bulunması nedeniyle cephe gerisinin emniyete alınması ihtiyacı doğmuştur.

Bu maksatla, 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni Komiteleri kapatılarak, yöneticilerinden 2345 kişi devlet aleyhine faaliyette bulunmak suçundan tutuklanmıştır. Osmanlı Hükümeti'nin bu kararı üzerine hareket geçen Eçmiyazin Katalikosu Kevork, ABD Cumhurbaşkanı'na şu telgrafı göndermiştir:

"Sayın Başkan, Osmanlı Ermenistanı'ndan aldığımız son haberlere göre, orada katliam başlamış ve organize bir tedhiş Ermeni halkının mevcudiyetini tehlikeye sokmuştur. Bu nazik anda Ekselansları'nın ve büyük Amerikan Milleti'nin asil hislerine hitap ediyor, insaniyet ve Hıristiyanlık inancı adına, büyük cumhuriyetinizin diplomatik temsilcilikleri vasıtasıyla derhal müdahale ederek, Türk fanatizminin şiddetine terkedilmiş Türkiye'deki halkımın korunmasını rica ediyorum."

Başpiskopos Kevork'un telgrafını, Rusya'nın Washington Büyükelçisi'nin ABD'deki temasları izlemiştir. Bütün olup biten, yasadışı Ermeni komitelerinin kapatılması ve elebaşlarının tutuklanması olmasına rağmen, olayı bir "katliam" gibi göstermeye çalışan Ermeniler, başta ABD ve Rusya olmak üzere, çeşitli sömürgeci devletleri kendi saflarına çekmeye çalışmışlardır.

Diaspora Ermenileri'nin her yıl sözde "Ermeni Soykırımının Yıldönümü" diye andıkları 24 Nisan, Osmanlı Devlet'i aleyhine faaliyette bulunan ve masum Türkler'i katleden 2345 Ermeni komitecinin tutuklandığı tarihtir. Görüldüğü gibi bu tarih, sözde soykırım şöyle dursun, sözde soykırım iddialarına temel oluşturduğu iddia edilen "tehcir (yer değiştirme)" uygulamasıyla bile ilgili değildir. Bu tarih Türkler'i katleden Ermeni terör örgütlerinin yöneticilerinin ve militanlarının tutuklandığı tarihtir.

Tehcir (yer değiştirme) olayına gelince: Doğu cephesinde Ermeniler'in ihanetine uğrayan Osmanlı Hükümeti ülke bütünlüğüne karşı yöneltilen bu faaliyetlerin engellenmesi amacıyla Ermeni komitelerini kapatmanın ve liderlerini tutuklamanın yanı sıra Doğu Anadolu'da savaş bölgesi hattı içinde kalan Ermeniler'i 27 Mayıs 1915 tarihli bir kanun çerçevesinde devletin güneydeki savaş dışı kalan bölgelerine (Suriye'ye) sevketmiştir.

Osmanlı yönetimi "Ermenileri katletme emri" vermiş değildir. Ermeniler'in yoğun olduğu yörelerde yaşayan ve şiddet ile ihanete bulaşan Ermeniler'in farklı bir bölgeye göç ettirilmesi planı uygulanmıştır. Amaç, bulundukları yerlerde Ruslar'a yataklık etmelerini ve Türk kanı akıtmalarını önlemekti. Ne yazık ki o tarihe kadar Hınçak ve Taşnak Ermeni çeteleri kanlı baskınlarla yüzbinlerce, hatta milyona yakın Türk'ü öldürülmüştü. Türk köyleri yakılmıştı. Ermeniler vahşet kelimesinin bile hafif kaldığı türden işkencelerle Türkler'i katletmişlerdi. Bazı köylerde bütün Türklerin çoluk-çocuk, kadın-erkek, yaşlı-genç demeden gözleri oyulmuştu. Hamile Türk kadınlarının ise karınları deşilmiş, çıkarılan ceninler bile parçalanmıştı. O döneme ait fotoğraflar Ermeni çetelerinin yaptıkları vahşetin en büyük kanıtıdır.

Ermeni tarihçi Leo'nun da belirttiği gibi, Osmanlı Hükümeti "Rus kışkırtmalarına kapılarak ve Rus silahlarına güvenerek karışıklık ile isyanlar çıkaran Ermeni komiteleri karşısında kendi varlığını korumak hakkını kullanmıştır". Tehcir uygulaması Ermeni çevreleri ve hasım devletlerce Ermeni katliamı olarak adlandırılmış ve Osmanlılar'a karşı büyük bir propaganda kampanyası başlatılmıştır.

Oysa tehcir güvenlik nedenleriyle belirli bir grubun belirli bir yerde ikâmete mecbur edilmesi uygulamasından ibarettir. Savaş hâlinde düşman ile işbirliği yaptığı sabit olmuş ve üstelik bu işbirliğini bir iftihar vesilesi olarak gören toplulukların zararlı faaliyetlerinin önlenmesi bakımından belirli bir yerde ikâmete mecbur edilmesinin devletin en doğal haklarından biri sayılması gerekir. Bu önlem ülkesinin güvenliği ve toprak bütünlüğü açısından benzer tehlikelerle karşılaşan tüm devletlerin başvurduğu bir uygulamadır. İkinci Dünya Savaşı'nda bile başta ABD olmak üzere çok sayıda devlet tarafından aynı yönteme başvurulmuştur.

Sevr Antlaşması'nı geçersiz kılan ve Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması'nda ise Ermeniler hakkında hiçbir hüküm yer almamaktadır. Esasen, Lozan Antlaşması'ndan önce 16 Mart 1921'de SSCB ile imzalanan Moskova Antlaşması Türk-Rus sınırını çizmiş, bu sınır ile Kafkasya'da Erivan merkezli olarak kurulan Ermenistan, SSCB tarafından da 13 Ekim 1921 tarihli Kars Antlaşması ile kabul edilmiştir. Ermeni toprak talepleri böylece tarihe gömülmüştür.

1990 yılında bağımsızlığını ilan eden Ermenistan'ı ilk tanıyan devlet Türkiye Cumhuriyeti olmasına rağmen (fakat bu bir hatadır, Ermenistan'ı asla tanımamalıydık) Ermenistan düşmanca tavırlarından vazgeçmemiştir. Sözde Ermeni soykırımı ve iddiaları için yurtdışında Türkiye Cumhuriyeti'ni temsil eden çok sayıda diplomat ve görevli Ermeni teröristlerce katledilmiştir. Ermeni terör örgütü ASALA'nın Türkiye Cumhuriyeti'ne yönelik kanlı eylemlerini asla unutmamak gerekir.

Tarih boyunca sadece hainlikten nasibini almış bir topluluk olan Ermeni topluluğu hep kaşınmış ama Türkler'e karşı giriştiği silahlı mücadelede sürekli yenildiği ve yenilmeye mahkum olduğu için tabiri caizse çamura yatmıştır. Günümüzde düşmanlar artık silahlı eylemler düzenlemek yerine uluslararası arenada siyasal mücadele vermektedirler. Dünya üzerinde Türk'e dost olan bir tek ülke bile olmadığı için, dünya kamuoyu önünde bu siyasî propagandaların ardı arkası kesilmemektedir. Ama bir durumu çok iyi bilmemiz gerekir: Soykırım, bir devletin sınırları içerisinde belirli bir azınlık gurubunun planlı ve bilinçli şekilde fiziksel olarak ortadan kaldırılmasıdır. Osmanlı böyle bir olaya girişmemiştir. Bizi soykırımla itham edenler Türk'ün şanlı tarihine iyi baksınlar, çünkü tarih boyunca dünya üzerindeki bir çok devlet (bu devletlerin çoğu bugün Ermeni soykırımını destekler durumdadır) sömürge düzeni içinde soykırıma girişmiştir. Ama Türkler dünya varolduğundan beri soykırım yapmamış, sadece yiğitçe savaşmıştır... Sorun, bugün olduğu gibi geçmişte de Türk düşmanlarının birtakım olayları kendilerinin görmek istediği gibi göstermek istemesinden başka bir şey değildir.


22 Nisan 2003




Sözde Ermenilerin Katliamı



"Ermeni meselesi", sadece Türk Dünyasının bir sorunu değil, Ortadoğu'da, Kafkasya'da çıkar ve emelleri olan emperyalist devletlerin hepsini birden ilgilendiren milletlerarası bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Tarihi bir gerçektir ki, Ermeni meselesi hiçbir zaman sadece, Ermeniler'in hareketi olarak gündeme gelmemiştir. Bugüne kadar Rusya'nın, İngiltere'nin, Fransa'nın, Almanya'nın, Yunanistan'ın desteklemediği hiçbir Ermeni hareketi olmamıştır. Boğazın Hasta Adamı'nı ortadan kaldırmanın ve topraklarını parsellemenin adını "Şark Meselesi" olarak koyan batılı emperyalist devletler, farklı bir kisveye bürünüp, Ermenilerle izdivaç yaparak, onları Kafkasya'da kendi siyasi ve iktisadi çıkarları doğrultusunda kullanmışlardır. Sözde Ermeni Soykırım yasasını kabul eden ülkelerin, 21. yüzyılda da taşeron güç olan Ermenileri kullanmaya devam edecekleri görülmektedir. Türkiye iki asırdan beri "Şark Meselesi"nin kıskıcında bulunmaktadır. Ama maalesef bela kapımızı çalınca bu tarihi meseleyi hatırlıyoruz. Ermeni meselesi günlük politikalarla geçiştirilemez. Uzun vadeli, milli hedefleri belirlenen ve Türkiye'nin milli çıkarları noktasında bir siyaset takip etmek gerekmektedir.
Ruslar'ın ünlü tarihçilerinden Kavkaz adlı eserin yazarı V.L.Veliçko, tarihi Ermeni siyasetini, "Ermeniler tarih boyunca devamlı surette efendilerini değiştirmişlerdir. Roma, Bizans, İran, Rus, İngiliz, Fransız, Alman, Türk... Tarih sahnesinde yeni yeni efendi çıktığında, Ermeniler eski efendilerini sistemli olarak satmışlardır" diyerek Ermenilerin tarihi, siyasi ve milli bir şahsiyetten mahrum bir millet oldukları ifade etmektedir.
Ermeni Taşnak, Hınçak, Ramgavar Terör Örgütleri için Fransız tarihçisi Jean Laurent'in daha 19120 yılında söylediği şu cümleler gerçekten çok anlamlıdır: "Ermeni çeteleri, kendilerine bol para veren ve servet sağlayan devletin hizmetine girerlerdi. Bu devlet, onların i stedikleri gibi soygun yapmaları ve katliam girişimlerine izin verdiği sürece sadakatlerine güvenebilirdi."
1878 Berlin Antlaşmasından sonra Anadolu'da "Ermeni toprakları"ndan bahsedilmeye başlandı. Ermeni komiteleri de bu sözde "Ermeni topraklarını kurtarmak" emeliyle ortaya atıldılar. Temel yanılgı işte buydu. Çünkü Selçuklu Türkleri Anadolu'yu Ermenilerden değil, Bazans'tan alarak Türk Yurdu haline getirmişlerdi. Çağdaş Ermeni kaynakları; Urfalı Matheos, Aristakes, Sebeos ve Süryani Mihael, Türkler'in Bizans'a karşı zafer elde etmeleri ve Anadolu'yu Türk Vatanı haline getirmelerini ibüyük bir sevinçle karşılamışlardı. Çünkü tarihte Ermeni ve Süryanilere karşı en büyük zulmü, katliamı yapan tehcire tabi tutan, mezheplerini ve kiliselerini yasaklayan Bizanslılar ve İranlılar olmuşlardır. Ermeni Matheos'un "İnsanların en adili, en akıllı ve kudretlisi olan Melikşah, bütün insanlara karşı baba gibi idi. Bütün Rum ve Ermeniler kendi istekleri ile onun yönetimine girdiler" şeklindeki ifadesi Ermeni yazarın tarihi itirafıdır. Çağdaş kaynaklardan Süryani Mihael i se şöyle yazmaktadır: "Türkler, şirretli ve Rafizi Rumlar gibi kimsenin dinine ve inancına karışmıyor, hiçbir baskı ve zulüm düşünmüyorlardır."
Osmanlı toprakları üzerinde bir "Ermeni Eyaleti" veya bir "Ermeni Vilayeti" yoktu, hiç olmamıştı. Osmanlı ülkesinde Ermeniler yok muydu? Elbette vardı. Tıpkı bugün Fransa'da , ya da Amerika'da Ermeni nüfus bulunduğu gibi Osmanlı ülkesinde de Ermeniler yaşıyordu. Kimi bölgelerde daha az, kimi bölgelerde daha çok Ermeni vardı. 19. yüzyılda Anadolu'nun her köşesinde ezici bir Türk-Müslüman nüfus çoğunluğu vardı. Hiçbir vilayette, hiçbir sancakta ve hatta hiçbir kazada bir Ermeni çoğunluğu yoktu. Hatta Ermenistan'ın başkenti Erivan da dahi XIX. Yüzyılın sonunda, Türk nüfusu %83 iken, bu oran I. Dünya Savaşı sonrasında %4.3'e kadar düşmüştür.
Bin yıldan beri tarihi, kültürü, medeniyeti, insanıyla Kars'ı, Ardahan'ı Ağrısı, Iğdır'ı, Van'ı, Erzurum'u ile Türk Yurdu olan Doğu Anadolu'da Ermeni Devleti kurmaya kalkışmak da baştan beri yanlış idi. Osmanlı ülkesinde Ermeniler yaşıyor diye, Doğu Anadolu'da bir "Ermeni Yurdu" veya bir "Ermeni Devleti yaratmaya kalkışmak, bugün Ermenilerin yaşadığı Fransa'da Marsilya Bölgesinde bir "Ermeni Yurdu" bir "Ermeni Devleti istemek gibi imkansız bir şeydi. Ermenilerin yaşadığı ABD'nin Kaliforniya bölgesinde bir Ermeni Devleti kurulmayacağı gibi, Ermeniler'in o tarihlerde küçük bir azınlık olarak yaşadığı Doğu Anadolu'da bir Ermeni Devleti kurulamaz.
Ama hayal gücü pek engin olan Ermeni Komitacılar, bu imkansızı düşündüler. Paris'te Cenevre'de veya Tiflis'te oturup, hiç tanımadıkları Anadolu'da Ermeni Devleti kurmaya kafalarına koydular. Bunu gerçekleştirmek için silaha sarıldılar, terörü bir metat olarak benimsediler ve kan dökmeye ve döktürmeye başladılar. Büyük emellerinin imkansız olduğunu ve bir çıkmaza saplanmış bulunduklarını fark edince, büsbütün hırçınlaştılar. Taşnak, Hınçak, Ramgavar adlı Ermeni çeteleri pek çok masum Tük kanı döktüler.
1893-1896 yıllarında Doğu Anadolu'da cereyan eden Ermeni terörü günlerinde, Van ve Bitlis'te Rus Konsolosluğu yapan General Mayevski hazırladığı raporunda Ermenileri yoldan çıkaranları ve kullananları şöyle ele vermiştir: "Türkiye Ermenilerin, Türlerin zulüm ve katliamına maruz bulunduklarını Avrupa'ya göstermek icap ediyordu. Program şu şekildeydi: ancak kan dökmek lazımdır ki, Ermeniler serbestisi kazansın. Kan dökünüz! Avrupa sizi himaye eder."
Yine Rus Konsolosu Mayevski "Bitlis ve Van Vilayetleri İstatistiği" adını taşıyan mahrem raporda, Ermeni Taşnak ve Hınçak Çetelerinin bölgede Müslüman Türklere yaptıkları katliamları şöyle ifade etmektedir: "Ermeniler tarafından Türkiya'de yapılan katliamların sorumlusu, önce ithal komiteleri ile birlikte hareket eden Ermeni İhtilalcileri, sonra bunları koruyan ve teşvik eden bazı yabancı hükümetlerdir. Türkiye'de komitecilerin girmediği yerlerde yaşayan Ermezilerin, Türklerle bir sorunu yoktu. Türk zulmü bir gerçek olmayıp, isteyerek uydurulmuş siyasi bir hikayedir. Gerçeği olduğu gibi söylemek icap ediyorsa, doğuda katliam yapanlar Müslümanlar değil Ermenilerdir. Sonra yaptıkları bu zulmü, himayesiz Müslümanlara yüklemişlerdir."
Ermeni şiddet olaylarının en hararetlisi zamanında (189 Doğu Anadolu'yu gezen Amerikalı Gazeteci George H. Hepwort, Ermenilerden şu serzeniş ve dert yanmalara şahit olmuştu: "Ah!... Biz önceleri çok mutlu bir halktık. Vergilerimizi öder, işimizle, gücümüzle ilgilenir, huzur ve refah içerisinde yaşardık... Fakat Berlin Anlaşması, İngiltere'nin işi karıştırması yok mu; eğer Avrupa'da bizi kendi halimize bırakmayı isterse, iyi bir geleceğe sahip olabiliriz. Fakat halk olarak bizim kötü duruma düştüğümüz görülüyor, zavallı Ermeniler... Avrupalılar bizi Türklere karşı kötü bir hırsla tahrik ettiler!... Yazık! Memleketimiz harab oldu."
Rusya'nın Ermeniler üzerindeki emellerini "Çarlık Rusyası'nın Türkiye'deki Oyunları" adlı eserin yazarı Edgar Granville şöyle ifade etmektedir. "Türkiye'deki Ermeni Meselesi, Ermenilerden doğmamıştır. Zira Ruslar Ermenilere el atıncaya kadar, Türkiye'de hiçbir Ermeni hareketi olmamıştır. Rusların eseri olan Balkan hareketine kadar Ermeniler kendi aralarında mezhep mücadelesi yapıyorlardı. Hatta kendi aralarındaki anlaşmazlıklarıng iderilmesi için Türklerden yardım dahi görüyorlardı. Rus mezalimine karşı Ermenilerin tek sığınağıdır.
XIX. ve XX. Yüzyıllarda Ermeni Terör Örgütleri olan Taşnak, Hınçak ve Ramgavar Bitlis, Diyarbakır, Malatya, Zeytun, Urfa, Harput, Sivas, Antep, Maraş, Muş vilayetlerinde isyanlar tertip edilmiştir. 21 Temmuz 1905'de Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid'e Yıldız Camii önünde, Ermeni teröristler tarafından bir suikast düzenlendi. Bu suikastte II. Abdulhamid'in kurtulmasına rağmen 20 askerimiz şehit oldu.
1915-1919 yılları arasında I. Dünya savaşı içinde Rus Ordusu ile ittifak yapan Taşnak, Hınçak ve Ramgavar Ermeni Çeteleri Doğıu Anadolu Bölgesinde; Alaca'Da, Cinis'de, Ilıca'da, Erzurum Merkezde; Yanıkdere'de, Karskapı'da, Ezirmikli Osman Ağa ve Mürsel Paşa Konaklarında, Erzurum; Yeşilyayla'da Hasankale'de, Tımar'da, Horasan'da, Kars-Subatan'da, Van-Zeve'de, Ağrı'da, Bitlis'de, Iğdır-Oba ve Hakmehmet'te, Nahcivan'da, Zengezur'da ve Azerbaycan'da tam bir Türk Soykırımı gerçekleştirmişler ve bir milyon Türk'ü katletmişlerdir. Savaşla hiç ilgileri olmayan, masum bir milyon Türk, Ermeni Çeteleri tarafından sadece Türk ve Müslüman oldukları için, Hz. İsa'nın tavsiyelerine bile sırt çevrilerek katledilmiştir. Doğu Anadolu Bölgesi'nde Taşnak ve Hınçak Çetelerinin katlettiği bir Müslüman-Türk'e ait 185 toplu mezar ve Türk katliamı ile ilgili Osmanlı, Başbakanlık ve Askeri Tarih Arşiölerinde binlerce belge mevcuttur. Arşivlerimiz açık olup, yerli ve yabancı ilim adamlarının bilgisine ve istifadesine sunulmuştur. Hayatlarında bir kere dahi arşiv görmemiş, belge tanımamış, tarih ve kültürümüzle yakın-uzak ilişkisi olmamış, Batılı ülke parlamenterlerini, tarihimiz hakkında hüküm yürütmesi yorum yapması, yasa kabul etmesi ileme ve akla sığacak bir davranış değildir. Doğu Anadolu Bölgesi'ndie katliamlara "Türk Soykırımı"nın yaşandığı gerçeğini anlatamadığımız için, hayali Ermeni senaryoları dünya kamuoyunda gerçekmiş gibi kabul edilmeye başlandı ve Türk Milleti olarak haketmediğimiz tarihimize tarihimize yönelik saldırılarla muhatap olmak zorunda kaldık.
Erzurum Rus İkinci Topçu Alayn Komutanı Yarbay Tverdo-Khlebov hatıratında, "Ermeniler bana 27 Şubat gecesi 3000 Türk'ü öldürdüklerini iftiharla beyan ettikleri zaman, savunmasız, masum, insanların öldürülmesinin bir vahşet olduğunu söylediğim de, bize siz Rus'sunuz, Ermeni Milletinin idealini anlayamazsınız" diye cevap verdiklerini eserinde üzülerek ifade etmiştir. Yine Khlebov hatıratında: "Erzurum'da kalan bütün Rus Subayları, kendi haysiyeti ve formaları ile Ermenilerin Türklere yönelik katliamlarını örtmek için kalmayıp ancak amirlerine itaatte, yalnız Rusya'ya hizmet için kaldık. Erzurum'da bulunduğumuz müddetçe Ermeni Çetelerinin vahşet ve rezaletine son verilmesini istedik" demek suretiyle, Ermenilerin Erzurum ve çevresindeki vahşetine dikkati çekmektedir.
Rus yarbayı hatıratının bir başka yerinde de diyor ki; Büyük rütbeli topçu subayları birleşerek Rus Başkomutanına verdiğimiz raporda, "Erzurum'dan hepimizin ayrılmasına müsaade edilmesini, çünkü burada hiç bir şey yapmayıp ancak Ermeni Eşkiyası yüzünden adımızın lekelenmesini hiçbir zaman istemediğimiz bildirdik" şeklindeki sözleriyle de Ermenilerin gerçek kimliklerini ortaya koymaktadır.
Tiflis'te 1919 yılında yayınlanan "Zakavkavzya ve Gürcistan" adlı belgelerden oluşan Rusça eserde, Rusya'nın Doğu Orduları Başkomutanı General Odişelidze'de 1918 yılı başlarında, Erzincan ve Erzurum'da Ermenilerin yerli Türk ahalisine yönelik katliamlarından bahsetmektedir.
25 Eylül 1919 tarihinde Erzurum'a Amerika Birleşik Devletleri'nden General Harbord başkanlığında bir inceleme heyeti gelmiştir. Bu ABD'li heyet, Yanıkdare'de Karskapısı'nda, Ezirmikli Osman Ağa ve Mürsel Paşa Konaklarında, Türk insanına yönelik katliama tanık olduklarında, "Hz. İsa'nın kulları nasıl böyle bir katliam yapabildiler" hükmüne varmışlardı. General Harbord, Erzurum ve çevresinde gördüğü vahşet karşısında dehşete düşmüş ve o kadar üzülmüştür ki, Erivan'da Taşnak katillerinin ellerini sıkmama cesaretini gösterebilmiştir.



Ermeni Faaliyetleri ve Bogazliyan Kaymakami Kemal Bey


Yozgat’ta faaliyet gösteren Ermeniler 1886’da kurulan Hinçak Komitesi’nin direktifleri ile hareket ediyorlardi. Ermenilerin Yozgat’ta en fazla faaliyette bulunduklari yer ise Bogazliyan Kazasi’ydi. Propagandalarina haklilik kazandirmak ve taraftar toplamak için Türkler aleyhine hayali tehcir davasi açan Ermeniler bu faaliyetlerini, Yozgat Mutasarrifi olan Leon Efendi kanaliyla Ingilizlere de aktarmislar, Istanbul Hükümeti üzerinde baski kurmaya çalismislardir.
Hinçak Komitesi’nin Orta Anadolu’da faaliyet gösteren merkezi Merzifon’du. Merzifon “Küçük Ermenistan Ihtilal Merkezi” adini almisti. Komitenin reisi ise Merzifon’daki Amerikan Koleji’nde ögretmenlik yapin Karabet Tomayan ve sekreteri de yine ayni okulda ögretmen olan Ohannes Kayayan’di. Bu ögretmenlerin her ikisi de Protestan Ermeni idiler.
Söz konusu bu kisilerle beraber Protestan vaizi Mardiros faaliyete geçmek için önce Çorum, Burhaniye, Sivas, Tokat ve Amasya’yi gezerek Ermenilere telkinlerde bulunmuslar, yaptiklari konusmalarda 1877 - 1878 Osmanli - Rus harbi sirasinda Ermenilerini katledildigini ileri sürerek mevcut Ermenilerin birlesmelerini istemislerdir. Ayrica, yabanci devletlerin dikkatini çekmek için de çesitli olaylar tezgahlamislardir. Maddi yönden oldukça güçlü olan ve olusturduklari dayanisma sonucu silahlanan Ermeniler çeteler olusturarak Anadolu’nun ve Yozgat yöresinin içinde bulundugu kötü durumdan da faydalanarak soygun ve talan islerine girismislerdir. Onlarin bu soygun ve talan hareketlerinin amaci karisiklik çikararak dikkatleri üzerlerine çekmekti.
Ermenilerin bu faaliyetlerinin artmasi üzerine çekmekti. Ermenilerin bu faaliyetlerinin artmasi üzerine, Osmanli Devleti 14 Mayis 1915’te 3 maddeden olusan “Tehcir Kanunu”nu çikarmistir.
Bu kanuna göre; 1- Savas vaktinde ordu, kolordu ve tümen komutanlari ve bunlarin vekilleri ile müstakil mevki komutanlari ahali tarafindan herhangi bir surette hükümet emirlerine ve memleketin savunmasina ve asayisin korunmasina dair islere ve tertiplere karsi muhalefet ve silahla tecavüz ve direnme görülürse hemen askeri kuvvetle bastirilmasi ve tecavüz ve mukavemeti yok etmeye mezun ve mecburdur. 2- Ordu ve müstakil kolordu ve tümen komutanlari askerlik icaplarindan dolayi veya casusluk ve hiyanetlerini sezdikleri köyler ve kasabalar ahalisini tek tek veya toplu diger mahallere sevk ve iskan ettirebilirler. 3- Bu kanun çiktigi günden itibaren muteberdir.
Osmanli Devleti’nin çikardigi bu kanunu da dinlemeyen Ermeniler 2 Eylül 1915’te Yozgat’in Bogazliyan ilçesine bagli köyleri yine atese vermisler, duruma müdahale etmek üzere bölgeye jandarma kuvvetleri gönderilmis ancak, Ermeniler Jandarmalara da ates açmislardir. Durum, zamanin Içisleri Bakanligi’na bildirilmis, Bakanlik da bir telgraf emri ile buradaki Ermenilerin 24 saat içinde bölgeden çikarilarak Suriye istikametine sevk edilmelerini emretmistir.
Bu olaylarin meydana geldigi sirada Bogazliyan ilçesinin kaymakami Kemal Bey’di. Kemal Bey, bu emir üzerine Jandarma Komutani ile birlikte verilen emri yerine getirmistir.
Yillardan beri Türk vatanini parçalamaya çalisan ve her türlü hareketi gayeleri için mesru sayan Ermeniler, Mondoros Mütarekesi’ni takip eden günlerde gadre ugramis insanlar pozunda ortaya atilirlar. Kendilerini sürgüne tabi tutanlarin cezalandirilmasini isterler.
Bu isteklerin Mister Brown’un telkiniyle Padisaha da kabul ettirirler. Durumun yatistirilmasi için suçlu aranmaya baslanir. Bu suçlulardan birinin de Bogazliyan Kaymakami Kemal Bey oldugu kanaatine varilir. Bogazliyan Kaymakami ve Yozgat Mutasarrif Vekili Kemal Bey, Ermeni tehcirinde görevini kötüye kullanarak ölümlere sebep oldugu iddiasiyla, idamla yargilanir. Mahkemede çogunlugunu Ermeni komitecilerin teskil ettigi ve Ingiliz Yüksek Komiserligi’nin , Rum - Ermeni Subesinin temin ettigi birçok yalanci sahit çikararak akil ve mantigin kabul etmedigi bir sürü suç uydurarak, Kemal Bey’in aleyhinde sahitlik yaparlar.
Bunun üzerine, mahkemede sanik sandalyesinde bulunan ve avukatligini Saadettin Ferit Bey’in yaptigi Kemal Bey su tarihi savunmayi yapar: “Düne kadar hakimler heyeti halinde olan sizler, su dakikada bir tarih mahkemesi sifatini almis bulunuyorsunuz. Ermeniler tarafindan öldürülen dindaslarinin ve soydaslarinin matemi Müslümanlarin yüreklerinin sizlattigi ve her gün gelen kara haberlerin halki tahrik etmekten geri kalmadigi malumdur.
Ermeniler ise, Rus Ordularinin kah önüne geçerek, kah arkasinda kalarak, ekseriya memleketin asker kuvvetinden mahrum kalmasina güvenerek facialar meydana getirmekten çekinmiyorlardi. Yozgat Vilayeti dahilinde sevk edilen bazi Ermeni - Muhacir kafilelerine, Ermenilerin Müslümanlara reva gördükleri facialara sahit olmus, bazi asker kaçaklarinin tecavüzü ihtimal dahilindedir. Ancak, savasta yenilisimizin aleyhimizde meydana getirdigi hezeyani durdurmak maksadiyla iddia makaminin da istegi üzerine, kurbanlar verilmesi bir siyaset icabi sayiliyorsa, bu kurban, ben olamam. Siz kurban seçmekte degil, ancak hak ve adaletle hüküm vermek vicdani görevini tasiyan bir yüksek heyetsiniz. Mutlaka kurban araniyorsa, herhalde bu islerin tertipçisi ve idarecisi olarak benim gibi küçük bir memur bulunacak degildir.” Kemal Bey’in bu sözlerden sonra yalanci sahitler, hiç olaylari gerçekmis gibi anlatarak Kemal Bey’i iftira yagmuruna tutarlar.
Bu iftiralar karsisinda Kemal Bey söyle söyler: “Hepsi yalandir, uydurmadir. Reis Pasa, ben ne bunlarin söyledikleri Keller köyüne gittim ne de oradan geçtim. Burada vuku buldugunu iddia ettikleri cinayetlerden de haberim yok. Hele parmaktan çikmayan yüzügü almak için kol kesmek; rica ederim. Bu vahseti kim yapar? Bu derece sem’i bir isi yapacak bir insan tasavvur edemiyorum. Esasen, birini ispat edemezler. Çünkü, hepsi iftiradan ibarettir. Benim haberim olmadan bir sey olmussa bilemem. Fakat bu ana kadar bu mevzuda hiç bir sikayetçi gelmemistir. Ilk defa burada Mahkeme huzurunda bu sikayetlerle karsilasiyorum.” Mahkeme bu sekilde devam ederken, Ingilizler ve Ermeniler Kemal Bey’in asilmasi için Mahkeme Baskani Hayret Pasa’ya baski yaptiklarindan, Hayret Pasa istifa etmis yerine “Nemrut” lakabiyla anilan Mustafa Pasa getirilmistir. Nemrut Mustafa Pasa önceden verilmis bir emri yerine bir memur tavriyla mahkemeyi sonuçlandirarak 8 Nisan 1919’da Kemal Bey’i idama mahkum eder. Önceden hazirlanmis olan bu idam karari tasdik edilmek üzere saraya gönderilir.
Padisah Sultan Vahdettin, “Ferit Pasa Millet ile Padisah arasina siyah bir perde çekti” diyerek, bu karari imzalamaz. “Is intikam ve bilahare mukatale seklini alabilir. Yolun simdiden önünü kesmek üzere fetva-yi serife talebine mecbur oldum” der. Seyhülislam Mustafa Sabri “Divan-Harb-i Örfi tarafindan idama mahkum edilen Kemal’in mahkemesi hak ve adle muvafik bir surette icra edilmis oldugu takdirde, hakkinda sadir olan hükm-i idamin derun-i varakada muharrer fetva ve mükul-i ser’iyeye muvafik oldugu veraste-i arzdir” seklinde bir fetva verir.
Bu sekilde verilen fetva ile Ermenilere kisas hakkinin verilmis olmasi gibi garip bir adalet ölçüsü ve Ingilizlerin baskisi ile Türk Hükümeti ve Islam Müftüsü bir Türk-Islam vatanseverinin idamini tasdik ettiler. Cezasi infaz edilmek üzere Istanbul’a getirilmis olan Mehmet Bey, Bekir Aga Bölügü’nden alinarak cezasinin infaz edilecegi yer olan Beyazid Meydani’na getirilir.
Kemal Bey’in asilacagini duyan bütün Istanbullular ve bilhassa vatanseverler Beyazid Meydani’ndan toplanirlar. Kemal Bey’e idam sehpasinin önünde son sözünü ne oldugunda, o halka söyle der: “Sevgili vatandaslarim, Ben bir Türk memuruyum. Aldigim emri yerine getirdim. Vazifemi yaptigima vicdanim emindir. Sizlere yemin ederim ki, ben masumum. Son sözüm bugün de budur, yarin da budur. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asiyorlar. Eger adalet buna diyorlarsa, kahrolsun adalet” Kemal Bey’in bu sözlerine katilan halk da aynen cevap vererek, “Kahrolsun böyle adalet” diye bagirmaya baslamislardir.
Kemal Bey, bu son sözlerine devam ederek: “Benim sevgili kardeslerim, asil Türk Milletine çocuklarimi emanet ediyorum. Bu kahraman millet, elbette onlara bakacaktir. Allah, vatan ve milletimize zeval vermesin. Amin. Borcum var, servetim yok üç çocugumu, millet ugruna yetim birakiyorum. Yasasin Millet...” Kemal Bey’in idam hadisesi, Ingilizlerin hiç beklemedigi sekilde büyük tepki ile karsilanir. Kemal Bey’in cenazesi vasiyeti üzerin, Kadiköy Kusdili Çayiri’ndaki oglunun mezari yanina gömülmesi için, ailesine teslim edilir. Kadiköy’de büyük bir cenaze töreni yapilir. Tabut, Karaköy Itfaiye Karakolu önünden geçerken bir manga asker bayragi yariya indirerek selam durur. Alisilmisin disinda, tabut eller üzerinde defnedilecegi yere kadar götürülerek, 10 Nisan 1919 Persembe günü aksam üzeri topraga verilir.
Kemal Bey’in üzerinde çikan vasiyeti tarihe bir belge olarak kalacaktir. “Merhum sevgili oglum Adnan’in medfun bulundugu Kadiköy Kusdilli Çayir’ndaki kabristanda yavrumun yanina gömülmemi diliyorum. Teyzem ve kardesim Kadiköy’ünde sakindirler. Teyzemin adresi Mühürdar Caddesinde 67 numarali hanedir. Adi Ismet Hanim’dir. Defin masrafi teyzeme tevdi buyurulmalidir.
Kabir tasim, hamiyetli Türk ve Müslüman kardesim tarafindan dikilmeli ve üstüne söyle yazilmalidir: Millet ve Memleket ugruna sehit olan Bogazliyan Kaymakami Kemal’in ruhuna fatiha. Perisan zevcem Hatice’ye, yavrularim Müzehher ve Müserref’e muavenet edilmesini, yavrularimin tahsil ve terbiyesine ihtimam buyurulmasini vatandaslarimdan beklerim. Babam, Karamürsel Asar Memur-u Sabiki Arif Bey de acizdir. Kardesim Münir de kimsesizdir. Bunlara da muavenet olunursa, memnun olurum.
Türk Milleti ebediyyen yasayacak, Müslümanlik asla zeval bulmayacaktir. Allah, millet ve memlekete zeval vermesin. Fertler ölür, millet yasar. Insaallah Türk Milleti ebediyete kadar yasayacaktir.” (30 Mart 1335 Bogazliyan Kaymakam - Sabiki Kemal) Millet O’nu unutmadi; TBMM 14 Ekim 1922’de çikardigi özel bir kanunla “Milli Sehit” olarak kabul etti.
Bogazliyan’da bir mahalle ve bir okul “Milli Sehit”in adini tasimaktadir.
Haçin Katliamı belgelendi

Türk ve Ermeni arşiv belgelerinden yararlanılarak 1915 ve sonrası olaylarını aydınlatan "Anaların Gözyaşları" kitabı yayınlandı. Kitapta, olaylarda hayatlarını kaybeden Türk vatandaşlarının acıları, Ermeniler ve Türkler arasında yaşanan karşılıklı toplu göçler ile bunların sonuçlarına dikkat çekiliyor. Kitapta ayrıca, Saimbeyli'de yapılan katliamlar da belgeleriyle anlatılıyor.
Çukurova Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı ve Tarih Araştırmacısı Cezmi Yurtsever, yıllardır süren Osmanlı arşiv araştırmaları, Çukurova'da sürdürdüğü "Tarihi belgelendirme" çalışmasıyla olayları yaşamış tanıklarla yaptığı görüşmeler, Genelkurmay ve Ermeni arşivlerinden elde ettiği belgeleri bir araya getirerek, Anadolu ve Çukurova'da isyan, göç, sürgün ve katliamların anlatıldığı "Anaların Gözyaşları" adlı kitabı yayınladığını söyledi. Adana Valiliği'nin de yayınlanması için destek verdiği, 1915 ve sonrası yaşanmış soykırımın anlatıldığı kitapta şu bilgilere yer veriliyor:
"Ermeni diasporasının propaganda yayınlarında 1915 tehcirinin bir soykırım olduğu, göç edenlerden sadece 100 bininin hayatta kaldığı açıklanırken, olayların gözlemcisi olan ABD'nin Halep ve Mersin konsolosları, göç ettirilenlerden 485 bininin Suriye'nin Fırat nehri kıyısındaki Deyrizor kamplarına ulaştırıldığını açıklıyor. Ermeni tehciri ile eş zamanlı olarak 1916 yılı itibariyle 700 bin Türk vatandaşı da Doğu Anadolu'daki Rus işgal bölgesinden Anadolu içlerine 'zorunlu göç' yaptı. Göç edemeyenlerden 500 bini aşkın insan Ermeni komitacılar tarafından tarihin tanık olduğu vahşi katliam sonucu öldürüldü."
Araştırmalar sonucu Fransa'nın Çukurova'yı işgal esnasında Ermeni silahlı komitacıları olan Kamavorların Yeşiloba, Kozan, Camili, Haçin (Saimbeyli) ve Zeytun'da gerçekleştirdikleri katliamların belgeler ve tanıklar yardımıyla ortaya çıkarıldığını, Antep, Maraş, Urfa ve Adana yöresinde yaşanan facialar sonrası öldürülen 100 bin Türk vatandaşının acı hikayesinin de belgelerin yardımıyla anlatıldığını belirten Yurtsever, "Aslında yaşanan acılar karşılıklıdır. Ancak trajedinin soykırım boyutlarına varmasının sebebi Maraş'ın Zeytun yöresinde iç savaş çıkaran ve bunu Anadolu geneline yaymak isteyen Ermeni komitacılardır" dedi.
Anaların Gözyaşları kitabının kapağında katliam sonrası toprağa verilen şehit bir Türk askerinin olay yeri fotoğrafı ile olaylardan etkilenen Türk ve Ermeni annelerinin ortak duygularının yansıtıldığı sürgün ve katliam fotoğrafına birlikte yer veriliyor.


ANADOLU'DA ERMENİ ZULMÜ ( 2 )

MUŞ'TA ERMENİ ZULMÜ

Muş ahalisinden Mehmet Resul'un yeminli ifadesi:
Ben asker olarak harpte bulunuyordum. Aldığım yaradan ötürü Bitlis'e doğru çekilen birliği takip edemediğim gibi, yaralı ve sakat üç erle birlikte geri kaldık. Az sonra Rus kazaklarının öncüleri olan Ermeniler yanımıza geldiler. Arkadaşlarımızdan Harputlu Hüseyin adındaki erin gözlerini çıkararak, "Kalk bak, Türk askeri geliyor mu?" dediler. Sonra zavallıyı kurşunlayarak şehid ettiler.
Diğer erin sağ yanından derisinin bir kısmını yüzerek çanta şekline koydular. Bu Zavallıya da, "Elini sok, bu çantada padişahınızın parası var mı?" diye işkenceye başladılar, sonra şehid ettiler.
Üçüncü arkadaşımızı yere yatırıp tenâsül aletini kestiler; sonra ağzına koyarak, "Bu boruyu çal, size Osmanlı askerinden yardıma gelsin!" yollu hakaretlerden sonra, onu da şehid ettiler. Artık sıra bana gelmişti. Bu alçaklıkları yapanlar bana yabancı gelmiyorlardı. Yüzlerine baktım, içlerinden üçünü tanıdım. Bunlardan birisi Muş Ermenilerinden ve Çıkar mahallesinden Keşiş oğlu Aram. İkincisi yine Muş'un Yaş mahallesinden Bağdasar Körük oğlu Alkesam, üçüncüsü yine ayni mahalleden Avukat Herant Efendi oğlu Herant idi.
Bunlar beni bir dereye götürdüler. Yaktıkları ateşte tüfeklerini, şişlerini güzelce kızdırdıktan sonra yirmi dört yerimden dağladılar. Yalvarmalarıma, bağırıp çağırmalarıma, sızlanmalarıma asla kulak vermiyorlardı. O sırada birkaç Rus askeri yetişti. Bunlardan birisi beni ölümden kurtardı. Bu asker gizlice kulağıma Rusya'daki müslümanlardan olduğunu söyledi.
Artık Rus, Kazak ve Ermeni çeteleriyle birlikte Bitlis'e doğru yola çıktık. Yolda kaçak kafilelerine, ordunun arkasından göçen zavallılara rastladık. Ermeniler, bu müafaasız kadın ve çocuklarla, zavallı ihtiyarlara şiddetle saldırıyor, yürekler parçalayıcı, insanlık dışı vahşilikle zavallıları katlediyorlardı. İçlerinden Muş'un Ziyaret köyü ahallisinden olduğunu tanıdığım bir Ermeni ile altı arkadaşı, altı müslüman kızını getirdiler. Bunları rükû'a varacak şekilde çırılçıplak durdurdular, sonra iffetlerini kirletmeye başladılar. Bir taraftan bu çirkin ve insanlık dışı işi yapıyorlar, bir taraftan da, "Bundan sonra müslümanlara böyle namaz kıldıracağız!" diyorlardı.
Biz ordan ayrıldık, Tel köyüne vardık. Orada üç gün kaldık. Bu üç günde evvelce beni kurtarmış Tatar Abdulmelik ekmek verdi. Üçüncü gün, artık yardım edemiyeceğini, zira bir müslüman himaye ettiği anlaşılırsa şiddetli ceza göreceğini söyledi. Bu sebeple başımın çaresine bakmam lâzım geldiğini anlattı.
Gecenin karanlığından faydalanarak oradan kaçtım. Şafak sökerken Kızanan köyünün karşısındaki tepeye yetiştim. Köyden feryad ve figanlar işitiliyordu. Ermeni çeteleri bir taraftan köyü ateşe vermişler, diğer taraftan katliâma girişmişlerdi. Oradan da kaçtım. Birçok tehlikeler atlattıktan sonra muhacirlerle birlikte geri çekildik. (
VAN'DA ERMENİ ZULMÜ
Van jandarma alay komutanının Raporu:
Çarıksır köyünde bir çocuğun kuzu gibi kızartılarak bir süngü üzerinde direğe iliştirildiğini birçokları yeminle söylemişler cesedin kalıntılarını göstermişlerdir. Ahorik ve Avzerik köyleri arasında elleri bağlı ve karınlarına sokulmuş tenasül aletleri kesilerek ağızlarına sokulmuş dört Türkün cesedi bulunmuştur.
Kavlık Köyünde 7 yaşındaki Fatma ve 5 yaşındaki Gülnar adlarında iki kız çocuğunun iki taraftan kirletilmiş oldukları, ve bu bu kötü hareketin sonucu her ikisinin de sakat kaldıkları görülmüştür. Bugün bu zavallılar Ermeni mezaliminin canlı bir timsali olarak yaşamaktadır. Yine bu köyde 70 yaşından fazla Ali adında bir ihtiyarın, çene kemiklerini süngülerle kırarak, kesip ağzına koymuşlardır. Bunu Van'ı geri alan Türk ordusunun ileri gelen subayları gözleriyle görmüşlerdir.
Ahtoci Köyünde Kemo adındaki şahsın Zeliha isimli eşi tandır başında ekmek pişirirken, Ermeniler Zeliha'nın altı aylık çocuğunu ateşe atarak pişirmişler, zorla annesine yedirmek istemişler; zavallı annenin reddetmesi üzerine, kadının bir bacağını ateşe sokarak yakmışlardır. Bu gün bu zavallı kadın yaşıyor. Gördüğü bu korkunç zulmü anlatırken yürekler tırmalayıcı feryat ediyor. Bu zavallı kadının hikâye ve feryadına katılmamak için taş veya demirden yürek gerekiyor.
Yine bu köyde Ermeniler birçok Türk çocuğunu tezek yığınları arasına koyduktan sonra tezekleri ateşlemişler; bu zavallı masum yavruları diri diri yakmışlardır ki, durum yerinde yapılan inceleme sonucu kalıntılardan anlaşılmıştır. (9)
ESMA NİNE ANLATIYOR
Molla Kasım köyünden 95 yaşındaki Esma Hanım yaşadığı faciayı hafızasında kalan kırıntılarla şöyle anlatıyor:
Ermeniler, Molla Kasım köyünü yerle bir ettikten sonra Zeve'ye gittim. Zeve çayını geçemedim, beni atla gelip aldılar. Zeve'de toplu halde bulunan kadınların tamamını Ermeniler bir dama koyduktan sonra, yere oturulmasın diye su ile doldurdular. Yarı belimize kadar su içinde kaldık. Sonra erkekleri ayırıp götürdüler. Onları başka bir damda diri diri yakmışlar. Ermeniler, 15 yaşından küçük çocukları da bir tarafa ayırdıktan sonra süngüleyerek katlettiler. Kadınları da gruplar halinde Van'a götürdüler.
Bir çocuğumu, gözümün önünde koyun boğazlar gibi boğazladılar. Bir Ermeni, komşumuz Firdevs hanımın oğlunu ayağının altına alıp, iki bacağından ayırarak iki parça edip şehid etti. Ermeniler o kadar çok müslüman boğazladılar ki, akan kanlar koskoca tandırları doldurdu. En son Rus ordusunda vazifeli bir Tatar bu korkunç faciaya son verdi.
Ermeniler, esir ettikleri müslüman kadınları iki sıra halinde aralarına alıp türkü söyleyerek, tef çalarak götürüyorlar; ikide bir; "Korkmayın sizi Van valisi Cevdet Paşa'ya götürüyoruz Cevdet paşa size pilâv ikram edecek!" diyorlardı. Sonra koro halinde: "Cevdet Paşa et temâşa / Gelinlerin oldu matuşka! (fahişe demek)" diyorlardı.
Molla Kasım köyünden Şeyh Selim Efendinin gözlerini oyduktan sonra şehid ettiler. Gene Molla Kasım köyünden Müslim amcayı öldürdükten sonra, cesedini namaz kılıyor gibi bir duruma soktular, İslâmın dini ve imânına küfür ettiler, alaya aldılar.
Ermeniler, bir taraftan erkekleri öldürüyorlar, sonra da: "Korkmayın, size bir şey yok! Onları Rusya'ya para kazanmaya gönderiyoruz." yalanını gözümüzün içine bakarak söylüyorlardı. (10)
ZEVE'DE ERMENİ KATLİAMI
Kıymet Başıbüyük, Zeveli annesi Hediye hanımdan naklen bu faciayı şöyle anlatıyor:
Seferberlik ilân edilir edilmez Van halkı muhacir olmaya başladı. Zeve ve çevresindeki köyler muhacir olmadılar. Buna sebep olan zeve ve çevresindeki köyler ve muhtarı Süleyman çavuştur. Çünkü muhtar köylüyü toplayıp, "Buradan muhacir olup gitmeye hiç lüzum yok! Ben Ermenilerle kardeş oldum, (!) size bir şey yapmazlar." diye teminat verdi.
Bu söze inanarak köyü terk etmedik. Sonra Vandaki Ermenilerin ortalığı kana buladıklarını, her tarafı yakıp yıktıklarını duyduk. Ermeniler binlerce müslümanı kesmeye başladılar. Van'ı terk etmeyen hasta, yaşlı, çocuk ve kadınları asıp kesmeye, bir kısmını da çaylara, kuyulara atmaya koyuldular. Sıra bizim köylere gelmişti. O sırada komşu köylerin ahalisi bizim köyde toplandı. Her köyün en az 400-500 nüfusu vardı.
Ermeniler, bir sabah köyümüzü ateşe tuttular. Zeve'de toplanmış müslümanlar, cephaneleri bitinceye kadar köyü müdafaa ettiler. Türklerin cephaneleri bitince Ermeniler köye girdiler. Korkunç facia bundan sonra başladı. Önce Ermenilerle kardeş olduğunu söyleyerek halkın göç etmesine engel olan Süleyman Çavuş'u yakalayıp, korkunç şekilde şehid ettiler. Ermeniler, hamile kadınların karnını yırtıp çıkardıkları çocukları süngülerinin ucuna takarak annelerine gösterdiler.
Kızların ve kadınların kollarındaki bilezikleri almak için çok kolay bir usul buldular. Kasaturalarıyla kızların ve kadınların kollarını kesiyor, sonra bilezik ve yüzükleri çıkarıyorlardı.
Ben, annem ve 20-30 kadar köylü kadını ve çocuk Sultan Hacı Hamza'nın türbesine sığındık. Ermeniler bizi öldürmek için türbeye gazyağı ve benzin serptiler ve ateşlediler. Türbe yanmadı. Kazma kürekle türbeyi yıkmak istedilerse de, yıkamadılar. Hayret ve şaşkınlık içinde, "Yahu bu mutlaka bizdendir." diyerek gittiler.
Biz oradan çıktık. Çıktığımızı gören Ermeniler üzerimize hücum ettiler. Bu sefer köyün köpekleri bizi kurtardı. Köydeki köpekler insan cesedi yiyerek kuduz olmuşlardı. Her tarafa saldırıyor, köye hiç kimseyi yaklaştırmıyorlardı. Bir zaman köpekler bizi korudu. Sonra Ermeniler köyü işgal ettiler. Biz yine katil ve canavar Ermenilerin eline düştük. Bir hafta sonra Ruslar bizi alıp aç, susuz Van'daki Ermeni kışlasına götürdüler.
Rus Kırgız muhafızlarına, yiyecek bulmak için bizi serbest bırakmaları için yalvarıyorduk. Kısa bir zaman kışlanın yanına çıkınca, hayvanlar gibi söğüt yapraklarına üşüşüyor, bir yandan çabuk çabuk bu yaprakları yerken, diğer yandan etek ve ceplerimizi dolduruyorduk. Aç midelerimize bu acı söğüt yaprakları, bal gibi tatlı geliyordu.
Böylece günler geçti. Sonra Ruslar bizi serbest bıraktılar. Tarlalara dağıldık, ektik, biçtik. Değirmen gösterdiler buğdayları öğüttük. Türk askerinin görünmesiyle tam ve gerçek hürriyete kavuştuk. (11)
F. Ermenilerin Savaş Bölgesinden Çıkartılması ve Tehcir Kanunu (14 Mayıs 1915)
Osmanlı hükümeti ilk aylarda isyanlara karşı yalnız yöresel ve özel önlemler almakla yetindi. Rus ordularının doğu illerini işgali sırasında, özellikle onlara öncülük eden Ermeni gönüllü intikam alayları tarafından müslüman halk acımasızca yok ediliyordu. Van'ın düşmesi, Bitlis, Muş, Erzincan, Bayazit, Zeytun, Sivas vs. bölgelerde isyanların ve saldırıların sürmesi üzerine hükümet, orduyu korumak için hareket etmek zorunda kaldı. Halâ serbestçe çalışan Ermeni komite merkezlerini kapattı, komite liderlerini ve kışkırtıcıları tutuklattı. (24 Nisan 1915) Dışardaki Ermeni topluluklarının her yıl katliam yıldönümü diye andıkları 24 Nisan işte bu tarihtir.
Daha sonra 14 Mayıs 1915'te tehcir (göç kanunu çıkarıldı. Buna göre:
1. Seferde ordu, kolordu ve tümen komutanları, bunların vekilleri ve bağımsız bölge komutanları, ahali tarafından herhangi bir surette hükümetin emirlerine ve ülkenin savunmasına, güvenliği korumaya ilişkin uygulamalara karşı koymak, silahla saldırı ve direnme görürlerse, derhal askerî kuvvetlerle şiddetli biçimde cezalandırmaya ve direnmeyi esasından yok etmeye izinli ve mecburdur.
2. Ordu, müstakil kolordu, tümen komutanları askerî icablardan dolayı veya casusluk ve hainliklerini hissettikleri köyler ve kasabalar ahalisini, tek tek veya topluca diğer yerlere sevk ve iskân edebilirler.
3. İşbu kanun yayın tarihinden itibaren geçerlidir. (12)
Bu kanuna göre, ayaklanma hazırlığı içinde olan Ermeniler İç ve Doğu Anadolu'dan güneye, o zaman sınırlarımız içinde bulunan Suriye, Lübnan ve Irak'a göç ettirilmiştir.
G. Ermenilerin 1918 - 1920 yılları arasında yaptıkları mezâlim
Ermenilerin Ruslara yardımcı olarak birlikte işgal ve katliamlar yaptıklarını yukarıda anlatmıştık. İşgal yıllarında bu zulüm çeşitli şekillerde devam etti. Nihayet 7 Kasım 1917'de Rusya'da ihtilâl oldu, 22 Ocak 1918'de Rusya mütareke istedi. Bunun üzerine Rus ordusu işgal ettiği doğu Anadolu'dan çekilmeğe başladı. Bu esnada Ermeniler yine yağma ve katliamlar yaptılar. Her tarafı yakıp yıktılar. Trabzon, Gümüşhane, Erzurum, Erzincan, Van, Bitlis, Muş ve Kars bölgelerinde pek çok zulümler icra ettiler.
ERZURUM'DA ERMENİ ZULMÜ
Ilıca'da kaçamayan Türklerin hepsinin öldürüldüğünü ve kör baltalarla enselerinden kesilmiş bir çok çocuk cesetleri gördüğünü Erzincan'dan Erzurum'a dönüşünde bizzat başkomutan Odişelidze söyledi. Ilıca katliamından üç hafta sonra 11 Mart 1918 pazartesi günü ordan dönen yarbay Griyazmof gördüklerini şöyle anlattı:
"Köylere giden yollarda uzuvları tahrib edilmiş bir çok cesetlere rastladım. Her geçen Ermeni bu cesetlere bir kere söğüp tükürüyordu. 25-30 metrekarelik cami avlusuna iki arşın (141 cm) yüksekliğinde cenaze yığılmıştı. Bunların arasında her yaşta kadın, erkek, çoluk çocuk ve yaşlılar vardı. Kadın cesetlerinde zorla ırza geçme halleri pek belli bir halde idi. Birçok kadın ve kızların tenasül yerlerine tüfek fişeği sokulmuştu.
Alaca menzil komutanlığı müteahhidi olan bir Ermeni 12 Mart 1918'de yapılan vahşilik üzerine şunu anlattı: Ermeniler bir kadını canlı olduğu halde bir duvara çivilemişler; sonra kalbini oyup başının üstüne asmışlar.
Erzurum'da Rus topçu subaylarından Gürcü asıllı teğmen Midvani şöyle bir olaya tanık olduğunu anlattı: Bir Ermeni, arabacılardan bir müslümanı vurmuş, fakat öldürememiş, sırt üstü düşmüş. Ermeni elindeki sopayı, can çekişen müslümanın ağzına sokmak istemiş. Dişleri kilitlenmiş olduğundan sopayı ağzına sokamayan Ermeni, müslümanın karnını tekmeleye tekmeleye öldürmüş. (13)
30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesinden sonra Türk Ordusu Kars ve çevresini terk ederek 1877-1878 Türk-Rus savaşı sonrası çizilen sınırın batısına çekilmişti. Bu bölge tekrar Ermeni cellatların ellerine bırakılmış oldu. Bağımsız Ermenistan devletine bağlı çeteler iki yıl boyunca çeşitli zulümler yaptılar. Nihayet Kâzım Karabekir Paşa komutasındaki Türk ordusu 30 Ekim 1920'de Kars'ı, 12 Kasım 1920'de Iğdır'ı Ermenilerden kurtardı. 3 Aralık 1920 günü Ermenistan'la Gümrü anlaşması imzalandı.
Mondros Mütarekesinin 7. maddesine dayanarak Uzlaşma Devletleri Anadolu'nun her bir tarafını işgale başlamışlardı. Güney illerimiz (Urfa, Antep, Maraş, Adana) önceleri İngilizler tarafından işgal edilmiş ve daha sonraları ise Fransızların denetimine geçmişti. Ermeniler bu bölgede de, Fransızların himayesinde zulüm ve katliamlarını sürdürdüler.
ADANA'DA ERMENİ ZULMÜ
Vanlızade Nihat anlatıyor:
Fransızlar, Ermenilerle iş birliği halinde vesileler icat ederek Türkleri öldürüyorlar; para ve mallarını yağmalıyorlardı. Ermeni kilisesi kasaphane (maktel) olmuştu. Köşe bucaklarda, ıssız yerlerde yakaladıklarını sürüyerek kiliseye götürürler, işkenceler içinde canını alırlardı. Bu gibi facialar bir taraftan devam ederken diğer taraftan Fransızlar sorgusuz sualsiz masum Türkleri Kumlukta Hacı Ali tekkesinde kurşuna dizerlerdi. Rahmetli babam eski sarayda oturuyordu. Güpe gündüz evini bastılar. Bütün ev eşyasını aldıktan sonra depodaki çenberli pamuklarını da götürdüler.
Ermeni çeteleri ansızın çiftliğimize baskın yaptılar. Hazırladığımız bütün malları, ne var ne yok, yataklarımıza varıncaya kadar alıp arabalara yüklediler. Hayvanlarımızı da önlerine katıp, bizim üçümüzün elini kolunu sıkı sıkıya bağlayıp, Şahin Ağa kilisesi köyüne sevk ettiler. Burası mahşerden bir nümune idi. Binlerce Ermeni ile dolmuştu. Çeteler, dişinden tırnağına kadar çapulcu, yağmacı Ermeniler burada mevcuttu. Bizi hay u huyla karşıladılar. Binbir çeşit yakası açılmadık küfür ve hakaretler içerisinde, çete başı Sivaslı Kireççi Agop'un önüne çıkardılar. Gayet terbiyesiz bir biçimde bizden para istedi:
"--Sakladığınız yeri gösteriniz, aksi takdirde başınıza çeşitli işkencelerle ölüm gelecektir!" dedi.
Varımız olan 17 altun lira ile 637 banknotumuzu daha önce elimizden almışlardı.
"--Bir şeyimiz kalmadı ki verelim; verecek paramız yok!" der demez, öldüresiye bir dayak atıp beni merdivenden aşağıya tekmelerle yuvarladılar. Kahkahalarla halimizi seyr edenler arasında, Adana'nın zengin ileri gelen Ermeni tüccarlarından Kalasyan ile Bızdıkyan ve Kasparyan'ı gördüm.
Babamı çırıl çıplak ederek bir çukura götürdüler. Aşıkyan fabrikasında çalışan İstepan adındaki Ermeni, belinden çıkardığı 60 cm. uzunluğundaki kamayı babamın sağ böğrünün karaciğer nahiyesine sapladı. Kelime-i şehadet getiren babama kızan kaatil peygamberimize küfür etti. İkinci darbeyi de aynı bıçakla boynunun sağ tarafına indirdi. Rahmetli babamın başı göğsüne sarktı, şehid olarak gözlerini kapadı.
Babamın ayaklarına bir ip takarak takur tukur sürükleyip kör bir kuyuya cesedini attılar. Tüyler ürpertici bu manzara, hemen beş metre uzağımda cereyan etti. Facianın dehşetinden kanım dondu. Şimdi sıra bana gelmişti. Perişan halimde yanıma geldiler. Beni de anadan doğma soyundurdular. Üzerime bir teneke gaz yağı döktüler. Bir elinde kibrit, diğerinde kutusu olan Ermeni üzerime geldi. Dedi ki:
"--Siz çok zenginsiniz, çok paranız olduğunu biliyoruz. Üzerinizden çıkan para ile bizi aldatamazsınız. Eğer paranın yerini söylemezseniz, babanın akıbetini gördün, seni de diri diri yakacağız. Çabuk söyle, böyle bir ölümden kendini kurtar!"
Diri diri yakılıp ölmenin çok feci olduğunu düşünerek vakit kazanmak maksadıyla:
"--Evet, çok paramız var, hem de heybe dolusu... Bunların yerini çiftlikte size göstereceğim!" dedim.
Derhal gazlı vücuduma elbisemi giydirdiler. Çete başının yanına götürdüler. Çete başının verdiği emir de, derhal çiftliğe gidilmesi, paralar alındıktan sonra geri dönülmesi idi. Verdiğim cevapta:
"--Bu çok yanlış bir emirdir. Paralar samanlıkta gömülüdür. Samanlığı boşaltmak, gömülü yeri açmak hayli vakte bağlıdır. Burası akşam olur olmaz Türk çetelerinin at oynattığı ve etrafı gözettikleri bir yerdir. Şimdi vakit akşam, nerede ise güneş batmak üzeredir. Biz oraya gidip işe başladığımız zamanda, behemehal Türk çeteleri gelecek, iki taraf arasında şiddetli bir çarpışma olacaktır. Ben belki bu çarpışmalarda ölebilirim. Sizin elinize para geçmediği gibi, bir hayli zayiata maruz kalabilirsiniz. Beni öldürseniz bu saatte çiftliğe ayak basmam!" dedim.
Çete başı bu düşüncemi haklı buldu. İşi yarına bıraktı. Beni üç nöbetçinin nezareti altında bir odaya soktu. Köyün etrafına da nöbetçiler kondu. Çeşitli yerlere de gözcüler dikildi. İlk işim kolay ölümün çaresini aramaktı. Yarın çiftliğe gidip kendilerini aldattığımı anlarlarsa, kim bilir bana nasıl işkenceli bir ölüm tatbik edecekler. Bunları düşündükçe tüylerim diken diken oluyordu.
Altının, çuval dolusu banknotların neşesi içinde, çeteler yaptıkları günlük mezalimi iftiharla çete başına anlatıyorlardı. Yeğenim Tahsin'in Taşcı'da cesedinin kuyuya atıldığını, Zağarlı, Kamışlı, Yalnızca, Mıhıllı köylerinin tamamen yakıldığını, buralarda ellerine geçenleri ve Yalnızca'da Afganlı müslüman bekçinin, Aşık Kâhya'nın, Zağarlı'dan Sağır Sait'in ve berber Mahmut'un kız kardeşleriyle birlikte çocuklarının, Şahin Ağa kilise köyünden Deli Kerim'in, Gök Mehmet'in karısı Emine'nin, Veysel'in karısı Emine'nin ve daha isimlerini hatırlıyamadığım elli kadar Türk'ün, çeşitli işkenceler içinde nasıl öldürüldüklerini kahkahalarla anlatıyorlardı.
Geç vakte kadar içtiler, hepsi de sızdı. Yediğim dayaktan, yarın karşılaşacağım felaketten yerimde oturamıyordum. Kurtulmak değil kolay ölmek istiyordum. (14)
Fransızların ve Ermenilerin zulmü Maraş'ta halkın ayaklanmasına sebep oldu. Yirmi gün süren şiddetli çarpışmalardan sonra 11 Şubat 1920'de Maraş kurtarıldı.
Daha sonra 20 Ekim 1921'de Fransızlarla Ankara Antlaşması imzalandı. Fransızlar güneyde işgal ettikleri yerleri boşalttılar. Sadece Adana bölgesinden 120.000 Ermeni Suriye'ye kaçtı. 30.000 kadarı da Kıbrıs, Mısır, Adalar ve İstanbul'a gitti.
SONUÇ:
Yukarıda yazdıklarımızdan da anlaşılacağı üzere isyan eden Ermenidir, zulmeden Ermenidir, katliam eden Ermenidir. Mazlum ve mağdur olan, yüzbinlercesi katledilen, tecavüze uğrayan, yerinden yurdundan sürülen mâsum Anadolu müslümanıdır. Fakat Ermeniler bir asırdır yaygara yapmakta, basın, yayın ve propaganda yoluyla dünyayı aldatmağa çalışmakta; haçlı ruhuyla hareket eden bazı devletler de onlara destek olmaktadır.
Soykırım iddiasına gelince; 1914 nüfus sayımına göre Osmanlı topraklarında yaşayan Ermeni sayısı 1.300.000'dir. Bunun 525.000'i işgalci Ruslarla beraber Rusya'ya göç etmiştir. Amerika, Suriye, Yunanistan, İran, Lübnan vs. ülkelere göç edenlerin sayısı da 582.000'dir. Toplam 1.107.000 Ermeninin göç ettiği anlaşılmaktadır. Türkiye'de kalan 50.000 civarındaki Ermeni'yi hesaba katınca, Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında, Ermeni isyanları ve göçler esnasındaki toplam Ermeni kaybının 143.000 civarında olduğu anlaşılır. Halbuki aynı dönemde, aynı bölgelerdeki müslüman ahalinin kayıpları 1.400.000'i bulmaktadır. (15) Yâni esas soykırıma uğrayan müslümanlar olmuştur.





Bütün konular: 255
Bütün postalar: 447
Bütün kullanıcılar: 62
Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse crying smiley
 
  Bugün 16 ziyaretçi Burdaydı! © 2008 Buldunya By Desing Hamza Turan, çoklu msn, çoklu oturum açma, msn, msn 9.0 çoklu, msn 9.0 çoklu oturum, msn beta, msn beta çoklu oturum, msn son sürüm çoklu oturum açma, msn9.0, msn9.0 son sürüm, yeni oturum açma, msn 9.0 indir

 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol